Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

17 Haziran 2013 Pazartesi

Yeni Bayi Biçimlerinin Ortaya Çıkışı (Bölüm 1)

ABD’de otomotiv sanayisi, reyting kuruluşu JD.Powers’ın raporlarını umutla bekler. 1996 yılı nihai raporu “ARTIK KÖTÜ OTOMOBİL YOK, ÇÜNKÜ HEPSİ İYİ” gözlemiyle başlıyordu. Otomobil şirketleri için sektörde kullanılan hiçbir teknoloji artık sır değil. Rekabette yeni savaş alanı ne motor ne de klima, artık tasarım, garanti, servis hizmeti, imaj ve ödeme paketi önemli.

Türkiye’de otomotiv işi, lüks tüketim malı özelliğiyle pazar hacminde (tüketici talebinde) en keskin iniş çıkışların ve en acımasız rekabetin yaşandığı bir rekabet ortamıdır. Doğrudan veya endirekt rakipler çeşitlidir ve karşı karşıya kalınan durumlar şirket stratejilerinde çok dinamik olmayı gerektirir.
Bu rekabetteki değişkenler; endüstrinin küresel ve yerel gidişatı, pazardaki ani değişiklikler (ekonomik ortam), vergi sistemindeki ani değişiklikler (devlet politikaları), genel rekabet (rakiplerin tavrı, marka içi bayiler arası rekabet, yeni ürün, kampanya vs.) ve tüketici tercihleridir.

1996 senesinde ülkemizin gümrük birliğine girmesiyle otomotiv sektörünün de yapısı değişmeye başladı, zira özellikle Avrupa'lı üreticiler için Türkiye otomotiv pazarı cazip hale gelmeye başlamıştı. Pazarda canlanma yaşanmaya başlandı, toplam pazar 250 bin adetlerden süratle 500-600 binlere doğru genişledi.

Bu süreçte Türk tüketicisi bir yandan eskisine nazaran çok daha iyi teknolojilere sahip otomobillere daha uygun fiyatlarla binmeye başlarken bir yandan da 1990'lı yılların başlarında başlayan ve markalarca yavaş yavaş benimsenmekte olan müşteri odaklı hizmet şekliyle karşılaşmaya başladı. Bu hizmet şekli o günlerde kendini önce "görsel yapılar" olarak göstermeye başlamıştı. Tüketici, "bir kasa bir masa" formatında, enflasyon ortamının nimetlerinden hayli faydalanan galeri diye adlandırılan esnaf sisteminden alışveriş yapmaya alışmışken, çok kısa sürede bir çok yerde ve bir çok markada karşısına "içeriği daha profesyonel bir sunuma sahip" heybetli yapılar çıkmaya başladı.



O günlerde satış, pazarlama, ikinci el satış, sigorta, garantili servis ve yedek parça sağlama diye özetleyebileceğimiz hizmet şekli henüz bugünkü seviyelerin çok altındaydı, ancak işin görseliyle ilgili mihrap yerindeydi. Biz otomobilciler bu tesislerin adına "toplum için ayrılmış geniş alışveriş alanı" anlamına gelen "plaza" demeyi uygun bulduk. Bu isim yatırımcı insanlara "palas", yani saray sözcüğünü de çağrıştırdığı için çok hoşlarına gitti. Sadece otomobil işi yapmakla kalmayacak, aynı zamanda toplumda daha prestijli bir statü elde edecek, istihdam yaratacak, insan yönetecek ve çocuklarına da "fabrika gibi" işler bırakacaklardı. Öyle ki; marka müdürlerinin çoğu makul büyüklükte tesisler isterken bazı otomobil bayileri istenenin (yani gerekenin) iki katı büyüklükte plazalar inşa etti, marka müdürleri şehir merkezine "olabildiğince" yakın olsun derken bazı otomobil bayileri ana arterde yerler satın alıp plazalar inşa ettiler, üstelik gereğinden çok fazla işletme sermayeleriyle gereğinden fazla stoklar taşınarak işletmecilik yaptılar. Hey gidi günler denir ya, o günlerde işler çok iyiydi, zaten fıtratında cömertlik olan otomotiv bayileri bunu hiç sıkılmadan yapabildiler. Bir süre sonra artık marka müdürleri de heybetli ve şehir içi ana arterde yerler istemeye başlamışlardı. Zira, rekabet denilen olgu her şekle bürünebiliyordu ve görmezlikten gelinemiyordu. O günlerde bu durumdan pek kimse rahatsız değildi aslında, zira marka değerlerinin yanında emlak değerlerinin de katlayacağı öngörüsüyle yapılan bu "gereğinden fazla" beton yapılaşma yarışı otomotiv sektöründe önü alınamaz bir şekilde başlamıştı. Üstelik bir de, plazayı her diken yatırımcı (yetkili satıcı) gözle görülür bir şekilde sosyal sınıf atlıyordu.

Markaların bayilerine ve yerel yöneticilerine dünya görüşü kazandırmak amacıyla düzenlediği yurt dışı gezilerinde Amerika ve Avrupa'da durumun aynı olmadığı tespit edildi. Özellikle Avrupa'lı otomotiv bayileri daha mütevazi, fonksiyonel ve de rasyonel tesislere sahipti. Ama işletmecilik yapısı farklıydı. Daha organize ve bilinçli gözüküyordu işletmecilik şekilleri. Önce bu durum yadırgandı, sorgulandı, ama ne de olsa bizimkiler iyi kazanıyordu, çok ta üzerinde durmadılar bu farklılığın. Fakat bilinç sahibi marka müdürlerinin çoğu işin işletmecilik tarafını iyileştirebilmek ve marka bayilerini bir "yatırımcı tüccar"dan ziyade "işletmeci iş adamı" formatına sokabilmek için hummalı bir şekilde çalışıp, bayi ağlarını bu trende hazırlamaya çalıştılar. Müşteri memnuniyeti anketleri, ihtisas eğitimleri, iş yönetimi sistemleri gibi yöntemlerle bir çok nosyon aşılamaya çalıştılar bayilerine. Zira, otomotiv bayiliğinin yalın bir ticaretten çıkıp entegre bir işletmecilik sürecine gireceğini fark etmişlerdi. Kısacası, taşın toprağın anlamı yakında azalacak, insan ve bilgi önem kazanmaya başlayacaktı. Buna hazır olmayanlar da KAYBEDENLER olarak sistem dışına çıkacaktı. Bir çok marka o günlerde ahtı vefa sebebiyle kimseyi kaybetmek istemiyordu. Ancak sonra bu işler de değişti... 

Ta ki satışlarda rekora gitmekte olan 2000 senesi Kasım ayına kadar işler böyle güle oynaya gitti. Gelmiş geçmiş en etkili ekonomik krizin ülkemizi vurmasıyla 2001 ve 2002 yılları otomotivciler için çok büyük bedellerin ödendiği, biraz acı biraz da antrenman yılları oldu, ancak 2003 senesinin baharında işler güzelleşmeye, hava aydınlanmaya başlamıştı. Kriz yıllarında geri çekilmiş olan talep 2004 senesinde otomotiv pazarını resmen uçurdu ve üst üste iki sene 750 bin adetler görüldü. Sektör bu gelen talebe tam mesai vererek karşılık verdi, ancak işler değişmişti. Artık tüketici daha bilinçli, markalar arası rekabet daha haşin ve markalar küresel merkezlerinin de etkisiyle daha satış odaklıydı. Müşterilerin bayilerle konuştuğu konu artık sadece fiyat, iskonto, finansman ve vade idi. Kimsenin kaybedecek bir kuruş parası yoktu, otomotiv bayileri hariç... Zira onlar 2000 senesine kadar enflasyonist ortamın da yardımıyla iyi kazanmışlardı ve ticarette kar ile zarar kardeştir diyerek bu rüzgarın geçeceğini, tekrar eski güzel günlerin görülebileceğini hayal ediyorlardı. Koca koca plazalar yapmış ve çok paralar kazanmışlardı, ticareti çok iyi bilirlerdi ve bu yüzden yine KAZANAN olacaklarını düşünüyorlardı.

Ama iş işten geçmiş ve 2004 senesinde otomotivciler için yeni bir dönem başlamıştı, günümüze kadar gelen bu dönemin adı; AĞIR REKABET ALTINDA HAYATTA KALMA MÜCADELESİ idi. Otomotiv bayilerinin çoğunluğu makro-yönetim üslubunda çalışan, sermayesini etkin kullanma ihtiyacı duymayan ve detaylardan uzak, makro-yönetim esaslarında işletmecilik nosyonuna sahiplerdi. Sektör, arz fazlası ve düşük maliyetli enformasyon karşısında artık daha talepkar müşteri ile karşı karşıyaydı ve hatta 2007 senesinde tebliğ edilen yeni Rekabet Kanunları (blok muafiyet tebliği) sonucunda rekabet satış sonrası hizmetlere de sıçramıştı. Rekabet arttıkça ölçek ekonomisi yaygınlaşıyor; işlerin boyutu büyüyor, cirolar artıyor ama kar marjları da bunlara paralel düşerken otomotiv bayiliği işini yönetmek karmaşıklaşıyordu. "Bir kasa bir masa" otomobilcilikten sonra, 1996 sonrası otomotiv işletmeciliğine hakim olan "görselliğin baskın olduğu plaza işletmeciliği" artık yerini "bileşenleri birbirinden etkin bir şekilde beslenen ve sadece otomotiv işi konusunda ihtisaslaşmış işletmelere" bırakmalıydı. Yani önceki yıllarda Avrupa'da şahit olunan işletmecilik işine hızla dönülmeliydi. Dönüşüm başlamalıydı. Kısacası; etkin sermaye kullanımı, her noktasından verim elde edilen fonksiyonel tesis ve profesyonel yönetim altyapısı üçlüsü bir arada çalıştırılmalıydı.


Bu dönüşüm şu anlama geliyordu; eski alışkanlıklar bırakılmalı ve derhal mikro-yönetim faslına geçilmeliydi. İnsan kaynakları ihtiyacının doğru yönetimi, işletme sermayesinin etkin kullanımı, plan ve bütçe ile işletme yönetimini benimseme ve kâr merkezlerine göre raporlama yapacak bilişim alt yapısı bu dönüşümün ana kuralları olmalıydı. Kısacası daha kapsamlı ürün/hizmet ve eğitimli insan kaynakları yeni anahtar kavramlardı. Zira değer artık betonda, arsada veya metalde değil, ihtisaslaşmaktaydı. Enflasyonist kazanç yerini operasyonel etkinliğe bırakıyor, özellikle küçük marka bayileri tek tesis altına giriyor, şimdilik tek tük olsa da son yıllarda bazı bayiler bu işi yapmaktan vazgeçiyor, kararsızlar sürekli kaybediyorlar, rekabet zayıf alanları dolduruyor ve satış işlemine nazaran daha karmaşık olan satış sonrası hizmetlerin otomotiv işletmeciliği için hayati önemi ön plana çıkıyordu.
Son yıllarda düşen kârların işletmecilik açısından dört nedeni var; hesapsız rekabet, marka distribütörlerinin baskısı, işletme sermayesi finansmanı konusunda artan ekonomik baskı ve her geçen gün çıtasını yükselten tüketici tercihleri. Bu durum “finansman” ihtiyacı ve “verimlilik” zorunluluğu sebebiyle yeni iş gerçeklerini ve yeni bayi biçimlerini ortaya çıkarttı. Bu trendi gören ve doğru kararı alan bayiler KAZANANLAR olarak bu süreçten çıkacaklardır.

Günümüz otomotiv pazarının koşulları; duygusal davranan, makro yönetimde ısrar eden veya kararsız bayilere soluk aldırmayarak uzun vadede daha da kaybetmelerine bir zemin olacaktır. Ancak; bölgesel hakimiyetini arttırarak sürdürülebilirliğini iyileştirmek üzere akıllı yatırımlar yapan, mikro-yönetime geçen büyüme tavırlı girişimciler veya küçülerek tipik aile işletmesi formuna bürünen makul işletmeciler veya gerektiğinde rasyonel kararlar alarak sektörü zamanında terk eden kararlı iş adamları doğru adımları atmış olacaktır. Bu üçünden farklı olarak eski oyunu oynamaya çalışan, ne yardan ne de serden vazgeçemeyen tereddütlü otomotiv bayilerinin işi ise bundan sonra daha zor olacaktır.


Bir sonraki yazımda mevcut gelişmeleri ve orta vadede neler olabileceğini sizlerle paylaşıyor olacağım. Ancak unutmayalım ki; bugün anlamlı görünen yarın muhtemelen öyle olmayacak. Bu hiç bitmeyecek !!!  
"Asla Vazgeçmeyenler"in yeri, Kazananlar Kulübünde tekrar görüşmek üzere...

Yazının orijinali için aşağıdaki linki tıklayınız;

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder